Tevekkül Ne Demek

Kategori: Nedir


Tevekkül, İslam inancının merkezinde yer alan, derin ve çok katmanlı bir kavramdır. Genellikle 'Allah'a güvenmek, O'na dayanmak ve işleri O'na havale etmek' olarak özetlense de, bu yüzeysel tanım, kavramın içerdiği aktif çabayı ve bilinçli teslimiyeti tam olarak yansıtmayabilir. Peki, gerçek anlamıyla tevekkül ne demek? Bu, pasif bir kadercilik mi, yoksa insanın kendi üzerine düşeni yaptıktan sonra ulaştığı bir iç huzur hali midir?

Kelime kökeni olarak Arapçadaki 'vekil' sözcüğünden türeyen tevekkül, birini kendine vekil tayin etmek, ona güvenmek anlamına gelir. İslami terminolojide ise, bir amaca ulaşmak için akıl ve iradeyi kullanarak gerekli olan tüm maddi ve manevi sebeplere başvurduktan, yani elinden gelen her türlü gayreti gösterdikten sonra, işin sonucunu Allah'a bırakmak ve O'nun takdirine gönül rahatlığıyla razı olmaktır. Bu, insanın kendi sorumluluğunu ve iradesini inkâr etmesi değil, tam aksine sorumluluklarını eksiksiz yerine getirdikten sonra, kontrolü dışındaki değişkenler için sonsuz bir kudrete sığınmasıdır.

Tevekkül hakkında en yaygın yanılgı, onu tembellik, miskinlik veya her şeyi oluruna bırakmakla karıştırmaktır. 'Nasılsa olacak olan olur, benim çabalamama gerek yok' şeklindeki bir düşünce, tevekkülün ruhuna tamamen aykırıdır. Bu konudaki en aydınlatıcı örneklerden biri, Hz. Muhammed'in bir bedeviye söylediği şu sözdür: 'Önce deveni sağlam bir kazığa bağla, sonra Allah'a tevekkül et.' Bu meşhur ifade, tevekkülün iki temel aşaması olduğunu net bir şekilde ortaya koyar: Birinci aşama 'tedbir', ikinci aşama ise 'teslimiyet'tir. Çaba göstermeden, sebeplere sarılmadan bir sonuç beklemek tevekkül değil, olsa olsa bir temennidir.

İlk aşama olan tedbir, insanın üzerine düşen görevi yapmasıdır. Bir öğrencinin sınavına en iyi şekilde hazırlanması, derslerini dikkatle takip etmesi; bir çiftçinin tarlasını zamanında sürmesi, tohumu ekmesi, sulaması ve zararlılara karşı koruması; bir hastanın ise alanında uzman bir doktora gitmesi, teşhise uyması ve ilaçlarını düzenli kullanması bu aşamanın gereklilikleridir. İnsan, Allah'ın kendisine bahşettiği akıl, bilgi, yetenek ve imkanları sonuna kadar kullanmakla yükümlüdür. Bu, sebeplere sarılarak fiili bir dua etmektir.

Gayret ve tedbir aşaması tamamlandıktan sonra tevekkülün ikinci ve tamamlayıcı boyutu olan teslimiyet başlar. Çiftçi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, yağmurun ne zaman yağacağını, güneşin ne kadar ısıtacağını veya ürüne bir afet gelip gelmeyeceğini kontrol edemez. Öğrenci ne kadar çalışırsa çalışsın, sınav anındaki heyecanını veya soruların zorluk derecesini tam olarak belirleyemez. İşte bu noktada, insan kendi acizliğinin ve sınırlarının farkına varır. Elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra, sonucu en hayırlı şekilde yaratacağına inandığı Allah'a güvenir, kalbini O'na bağlar ve çıkacak sonuca rıza gösterir. Bu teslimiyet, bir acizlik göstergesi değil, aksine insanın kendi sınırlarını bilmesinin ve sonsuz bir güce dayanarak manevi olarak güçlenmesinin bir ifadesidir.

Doğru anlaşılan tevekkül, modern insanın en büyük sorunlarından olan stres, anksiyete ve gelecek kaygısına karşı en etkili manevi ilaçlardan biridir. Kişi, üzerine düşeni yaptığı için vicdanen huzurlu olur. Sonucun tamamen kendi kontrolünde olmadığını bildiği için de aşırı endişe ve korkudan kendini arındırır. Bir başarı elde ettiğinde kibre kapılmaz, çünkü bu başarının sadece kendi çabasının değil, aynı zamanda ilahi bir lütfun sonucu olduğunu bilir. Bir başarısızlık veya zorlukla karşılaştığında ise umutsuzluğa düşmez; 'vardır bunda da bir hayır' diyerek sabreder ve yeniden denemek için kendinde güç bulur. Bu bakış açısı, insana sarsılmaz bir metanet ve içsel denge kazandırır.

Sonuç olarak tevekkül, tembellik veya pasif bir bekleyiş hali değildir. Aksine, aklı ve iradeyi kullanarak tüm sebeplere başvurduktan sonra, kalbini mutlak güce sahip olan Allah'a bağlayarak O'nun takdirine huzurla teslim olmaktır. Bu, hem dünyevi çabayı hem de manevi teslimiyeti birleştiren, insanı hem güçlendiren hem de özgürleştiren dengeli bir yaşam prensibidir.